Hifâ İle Suheyb (r.a.)

Abdullah Babanın Doğumu
Sabredenle, Şükredenin Kabri

"İmanın yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür." (Beyhakî)

Kadın Sahabelerden Hifâ Hatun (r.anhâ), bir gün Peygamber Efendimiz' in (s.a.v.) huzuruna gelerek, "Ey Allah' ın Resûlü! Bana, beni cennete götürecek bir iş (amel ) "öğret" dedi. Bu arzu ve isteği üzerine Resûlullah (s.a.v.) :

"Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dinin yarısını emniyete alırısın." buyurdu.Bu emir üzerine: "Ey Allah' ın Resûlü! Dengim kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdârı Melik Necâşi evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabul etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile bir çok ziynetler veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bu gün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Ya Resûlullah! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona râzıyım" dedi.

Resûlullah (s.a.v.), Hifâ Hatun' a Sahabeden kimin ismini verirse, diğerlerinin ümitsiz olacağını anlayıp, " Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen." buyurdu. Sahabelerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allah, Ashâba öyle bir uyku verdi ki, hiç bir sahabe erken uyanamadı. Resûlullah (s.a.v.) önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb (r.a.) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zayıf ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabeydi. Hifâ Hatun ise, son derece güzel ve zengindi.

Namazdan sonra Hifâ Hatun (r.anhâ), Allah'ın kazasına râzı olduğunu, Hz Resûlullah' a (s.a.v.) arz etti. Resûlullah (s.a.v.) bu durum üzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı ve; " Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür." buyurdu. Süheyb (r.a.); " Ya Resûlullah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mesciddir." dedi.

Bunları işiten Hifâ Hatun (r.a.), Süheyb' e (r.a.) on bin dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da ona hediye ettiğini bildirdi ve Süheyb'in kendisini götürmesini istedi.

Resûllullah (s.a.v.) onlara çok duâ etti. Sahabeler de, Hifâ Hatunun bu hareketini çok övüp, Allah' a şükrettiler. Süheyb ve Hifâ Hatun kalkıp konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hifâ Hatun (r.a.):

"Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nimetim, sen bana imtihan sebebisin.Sen bu nimete şükür, ben bu imtihana sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve dua ile geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabrediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resûlullah (s.a.v) " Cennet'te yüksek çardak vardır. Burada yanlız şükredenler ve sabredenler bulunur" buyurdu. Zifaf gecesi ikisi de Allah' a karşı ibadet ve dua ettiler. Süheyb (r.a.), Mescide geldi.

Cebrâil (a.s.) geceki durumdan Hz. Resûlullah' ı haberdar etti.Cennet ve Cemâl-i İlahi ile müjde verdi.

Resûllullah (s.a.v.); "Ey Süheyb, gecedeki halinizi, sen mi anlatırsın, ben mi söyliyeyim?" buyurunca Süheyb (r.a.) "Ya Resûllullah siz söyleyiniz." dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Siz Cennetliksizin ve Allah' ı göreceksiniz." müjdesini verdi. Süheyb (r.a.) sevincinden, Allah' ı görmek ve O' na kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle dua etti;

" Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaşmadan ruhumu al." dedi. Allah onun bu duasını kabul ederek, secdede ruhunu aldı.Sahabeler bu duruma ağladı. Resûllullah (s.a.v.):"Daha şaşılacak şey Hifâ' nın da bu anda ruhunu Hakk'a teslim etmiş olmasıdır. " buyurdu. Her ikisinin de namazını kılarak yan yana defnettiler. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine;"Bu Allah' ın nimetine şükredenin kabridir." Diğerine de; "Bu Allah' ın imtihanına sabredenin kabridir." diye yazdılar.

İşte Rabb-i Rahim'e ve O' nun Şanlı Elçisinin tavsiyesine uymak için sabrı ve şükrü seçenlerin kanaat ve teşekkür fotoğrafı. Bu fotoğraf öylesine Rıza-i İlahiyi arayan fotoğraftır ki, hem Cenneti hem Cemalullahı meyva vermiştir. Ne dersiniz kaderden gelen ve hakkımızda takdir edilenlere bir taraftan kanaat ve sabır diğer taraftan şükürle mukabele edebiliyor muyuz?

Hayattaki başarıları ve güzel hadiseleri kendimize verip öğünürken, başarısızlıkları ve kötü gibi görünen hadiseleri de kadere veya başka sebeblere verip şikâyet ederek isyanvari hallere mi giriyoruz?