Üsve-i Hasene

En Güzel Örnek

“Üsve-i hasene” uyulacak en güzel örnek

“Üsve-i hasene” uyulacak en güzel örnek demektir. Hiç şüphe yok ki hem kişisel ve de sosyal bakımdan İslâm’ın ideal ve örnek insanı Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in “en güzel örnek” olduğu Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir:

﴾لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21

“Andolsun, Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

Allah Rasulü zaman zaman yokluk sebebiyle uzun süre açlık çekmiş, varlık zamanlarında da iradi olarak azla yetinerek, elindekileri daima ihtiyaç sahiplerine infak etmiştir. Efendimizin bu vasfı, onun zühd hayatının esasını teşkil eder. Ebu Talha (ra) anlatıyor; “Rasul-ü Müctebâ Efendimize açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkes karnına bir taş bağlamıştı. Rasulullah da karnını açtı. Baktık ki O’nda iki taş vardı.” (Tirmizî, Zühd, 39)

Ebu Hureyre (ra)'den nakledildiğine göre, Efendimiz (sav)'e bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedikten sonra; “Elhamdülillah, epey zamandır mideme sıcak bir yemek girmemişti.” dedi. (İbn-i Mâce, Zühd, 10)

Fahr-i Kâinat Efendimiz bu gibi durumlarla nübüvvet hayatı boyunca çokça karşılaşmıştı. Cabir (ra) Hendek Savaşı gününde kazdıkları siperden bahsederken şunları söyler: Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahabeler, Nebiyy-i Ekrem'e gelip, siperde önümüze şu kaya çıktı, dediler. Allah Rasulü;

“Hendeğe Ben ineceğim.”buyurdu. Sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Üç gün müddetle hiçbir şey yemeksizin orada kalmıştık. Efendimiz kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu, kaya un ufak olup kum yığınına döndü. (Buhârî, Mecazi, 29)

Yine bir gün, Hz. Fâtıma pişirdiği çöreğin bir parçasını Rasul-ü Muhterem'e getirmişti. Efendimiz (sav):

“Bu nedir?” diye sorduğunda, kızı Fâtıma,

– Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi, dedi. Bunun üzerine Rasul-ü Ekrem:

“Üç günden beri babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak.”buyurdu. (İbn Sa'd)

Görüldüğü gibi İslâm'a davet ve tebliğ, maddî imkânsızlıklar içerisinde başlamış ve oldukça uzun bir süre böyle devam etmiştir. Efendimiz (sav) söz konusu darlıktan zerre kadar şikâyetçi olmamış, ashabına, çekilen sıkıntıların Allah katındaki ecrini hatırlatarak sabır ve metanet tavsiyesinde bulunmuştur. Mesela Allah Rasulü, namaz esnasında açlığın verdiği takatsizlik sebebiyle ayakta duramayarak düşüp bayılan Suffe ashabını; “Allah Teâlâ'nın, katında sizin için neler hazırlandığını bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.” (Tirmizî, Zühd, 39) sözleriyle teselli etmiştir.

Aşağıda nakledeceğimiz haber ise, Sevgili Peygamberimiz ve iki güzîde ashabının çektikleri açlığın boyutlarını göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Sevgili Peygamberimiz bir gece evinden dışarı çıkmıştı. Bir de baktı ki Ebu Bekir ve Ömer de dışarıdalar. Onlara:

“Bu saatte Sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?”

“Açlık, Ya Rasulullah!” dediler. Peygamberimiz:

“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizi evinizden çıkaran sebep, Beni de evimden çıkardı, haydi kalkınız!”buyurdu. İkisi de kalkıp Rasul-ü Ekrem'le birlikte Ensâr'dan birinin evine geldiler. Fakat o zat evinde değildi. Hanımı Rasulullah'ı görünce:

Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Efendimiz:

“Falan nerede?”

– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada ev sahibi geldi, Onlara şöyle bir baktıktan sonra:

– Allah’a hamdolsun! Bugün, hiç kimse misafir yönünden benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:

– Buyurunuz, yiyiniz, dedi ve eline bir bıçak aldı. Rasulullah (sav) Efendimiz:

“Sağılan hayvanlara sakın dokunma!”dedi. Ev sahibi onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Sonra Fahr-i Cihan Efendimiz, Hz. Ebû Bekir ve Ömer'e şöyle dedi:

“Kudretiyle ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Kıyamet Günü’nde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Açlık Sizi evinizden çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz.”(Müslim, Eşribe, 140)

Allah Rasulü’nün evindeki temel gıda maddelerinin başında hurma, süt ve arpa ekmeği gelmektedir. Ancak hurma ve süt daima bulunmazdı. Nitekim Peygamber Efendimizin hane-i saadetlerinde bir veya iki ay gibi uzun bir süre ateş yanmadığı olmuş, bu esnada aile efradı umumiyetle hurma ve su ile idare etmişlerdir. (Buhârî, Hibe, 1) Yine Aişe Validemizden nakledildiğine göre Peygamberimizin ailesinin iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle, bir başka rivayette de üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadığı ifade edilmektedir. (Müslim, Zühd, 20–22)

Rasul-ü Ekrem, hiçbir zaman içinde yaşadığı toplumun sahip olmadığı imkânları elde etme ve onlardan farklı yaşama gibi bir temayül içinde olmamıştır. İnsanlar açlık çekmişse, buna herkesten çok kendisi ve ailesi maruz kalmıştır. Oysa Cenab-ı Hak tarafından Rasulullah'a, dilerse kendisi için Mekke vadisinin altına çevrilmesi teklif edilmişti. Ancak O, bu teklifi kabul etmeyerek bir gün tok, bir gün aç kalmayı tercih etmiş ve “Allah’ım! Acıktığım zaman Sana tazarru ve niyazda bulunurum, doyduğumda ise Sana hamd ve sena ederim.”(Tirmizî, Zühd, 35) diyerek mucizevî ve imtiyazlı bir hayat tarzı istememiş, içtimai kanunlar neyi gerektiriyorsa ona uygun bir yaşayışı Rabbi'nden niyaz etmiştir.

Bununla birlikte Fahr-i Kâinat (sav)'in hayat tarzının temelinde, yokluğa teslim olmama ve yokluk karşısında bile aynen varlıklı insanlar gibi haysiyetini koruma gayreti bulunmaktadır. Yani O’nun sünnetinde, yokluk karşısında bir bakıma yıkılan, bunalan, ümitsizliğe kapılan isyankâr ve mutsuz insan tasviri değil, her şeye rağmen ayakta durabilen, metanetli, iyimser ve ümidini yitirmemiş mutlu insan misali verilmiştir. Zira îsâr, infak, sabır, şükür, istiğna ve tevekkül gibi nebevî hasletler, bu maksada yöneliktir.

Cabir (ra)’ın anlattığına göre, bir gün Rasulullah (sav) Efendimiz, ailesine katık sormuş ancak kendisine evde sirkeden başka bir şey bulunmadığı söylenince onu istemiş, ardından; “Sirke ne iyi katıktır! Sirke ne güzel katıktır!” diyerek yemeye başlamıştır. (Müslim, Eşribe, 166)

Bir defasında da Rasulullah (sav) bir parça arpa ekmeği almış, üzerine bir hurma koymuş ve şöyle demiştir; “Bu hurma şu ekmeğe katıktır. ” (Ebu Dâvûd, Et'ime, 41)

Rasulullah (sav) Efendimizin aile fertlerini tamamen aç bırakması gibi bir durum da akla gelmemelidir. Efendimiz hicrî dördüncü yılda kendisine hibe edilen Nadir oğulları hurmalığından elde ettiği mahsulü satar ve bu paradan ailesinin bir yıllık ihtiyacını ayırırdı. (Buhârî, Nafakât, 2) Peygamber (sav)'in ailesinin sağmal hayvanlarından bahseden Ümmü Seleme Validemiz ise; “Geçimimizin büyük bir kısmı develerden ve koyunlardandı.” demiştir. (İbn-i Sa'd, I, 496)

Ne var ki Sevgili Peygamberimizin aile fertleri dışında dullar, muhtaçlar ve Mescid-i Nebevî'nin suffasında kalan ilim ve ibadetle meşgul, yersiz yurtsuz fakir kimseler de O’nun desteğiyle hayatlarını idame ettirmekteydi. O, bir devlet başkanı sorumluluğu ile bunların nafakasını, kendi aile fertlerininki gibi düşünmekteydi. Nitekim Ebu Hureyre'ye Efendimizin nasıl açlık çektiği sorulduğunda, şu açıklamada bulunmuştur:

“Bu durum O’nun etrafını saran kimselerin ve misafirlerinin çokluğundan kaynaklanıyordu. Zira Rasulullah (sav) beraberinde bir kısım ashabı ve mescitteki ihtiyaç sahipleri olmadan asla yemek yemezdi. Allah-ü Teâlâ, Hayber'in fethini müyesser kıldı da insanlar biraz rahata kavuştu. Fakat yine de halk arasında geçim sıkıntısı sürüyordu.” (İbn-i Sa'd, I, 409)

Ashâb-ı suffe Müslümanların daimi konuklarıydı. Onların ne sığınacak aileleri ne de malları vardı. Peygamber Efendimize bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi hiçbir şey almazdı. Şayet gelen hediye ise ondan bir parça alır, kalanını suffe ehline gönderirdi. (Buhârî, Rikâk, 17) Dolayısıyla Rasulullah'ın sofrasında uzun müddet su ve hurmadan başka bir yiyeceğin bulunmayışı ve O’nun çoğu zaman açlık çekmesinin sebebi, elinde bulundurduklarını hiçbir rızık endişesi taşımadan ihtiyaç sahipleriyle paylaşmasıdır. Yani Rasul-ü Ekrem Efendimizin hayat boyu geçim sıkıntısı içerisinde yaşaması, yukarıda dikkat çekildiği gibi genel olarak yokluktan değil, muhtaçların çokluğundan kaynaklanmaktaydı. Böylece Peygamberimiz (sav):

“Komşusu aç iken, karnını doyuran kimse gerçek mümin değildir.”( Hâkim, II, 15) sözlü beyanlarını fiilî olarak da uygulamıştır.

Netice itibariyle, Rasulullah (sav) Efendimiz ve O’na tâbi olan ashabın, gerek yokluk gerekse varlık anlarında uzun süreli açlık çekmeleri ve azla yetinmeleri, zühd anlayışlarının dikkat çeken bir yönüdür.